Özel Hayatlar (2009) Film İncelemesi

“Her şey bir gün kaybolur. Ama geriye kalan her şey yeni dünyada devam edecektir.”

Polonya ve Hollanda kökenli bağımsız yönetmen Urszula Antoniak tarafından çekilen Nothing Personal (Özel Hayatlar, 2009) filminin baş rollerinde Lotte Verbeek (Anne) ve  Stephen Rea (Martin) yer alıyor.  Locarno Film Festivali’nde gösterilip ödülle ayrılan film, Hollanda’dan bütün hayatını geride bırakmayı amaçlayarak İrlanda’ya doğru yola koyulan genç bir kadının hikâyesine odaklanıyor.

Filmin yönetmeni Urszula Antoniak’ın Kieślowski Film Okulu’nda eğitim almış. Bu durum Üç Renk: Mavi filmi ile bir bağ kurabileceğimize yardımcı oluyor. Üç Renk: Mavi’de de trafik kazazı sonucu ailesini kaybeden kadınının bütün eşyalarından ve anılarından kaçmak amacıyla kimsenin onu tanımadığı bir yere doğru gitme çabasına tanıklık ederiz.

Film henüz ilk sahnesinde; boş bir evde eşyalarını sokağa bırakmış ve parmağındaki yüzüğü çıkaran Anne karakteri ile tanışılır. Bu sahnede; karakterin hüsranla biten bir ilişkisinin olduğunu ve bu sebeple ülkesini terk etmek istediği anlaşılıyor. Nitekim; kimi zaman otostop kimi zaman ise yayan şekilde yollar boyunca Anne’nın yolculuğunu izleriz.  Karakterin nereye gittiğine dair bir bilgisinin olup olmadığına yönelik seyirci düşünmeye teşvik edilir.

Anne uzun süren yolculukların ardından İrlanda’da yarım adada tek başına olduğu anlaşılan bir eve girer. Evde bir süre vakit geçirdikten sonra evden ayrılır. Bir süre sonra ise evin sahibi olan Martin ile karşılaşır. İsyankâr ve cesaretli bir karakter yapısına sahip olan Anne, yemek karşılığı Martin’in bahçesinde çalışmayı kabul eder. Orta yaşlarının biraz üstünde olan Martin ise; disiplinli, edebiyattan ve sanattan anlayan ancak sağlık sorunları yaşayan bir adamdır.

Karakter olarak kimi zaman çatışan Anne ile Martin, bir süre sonra aynı evde yaşamaya başlarlar. Aynı evi paylaşan bu ikili, bir anlaşma yaparak özel hayatları hakkında konuşmamayı kural olarak kabul ederler. Öyle ki birbirilerinin isimlerini dahi bilmeden kimi zaman ortak ilgi alanları olan müzikten bahsederler. Sanat dallarına olan ilgileri onların ortak dili oluyor.

Bir süre sonra ise birbirlerinin geçmişini merak ederler. Martin, Anne’nın boş evini ziyaret eder. Anne ise Martin’in eşyalarının arasından onun kim olduğuna yönelik bir şeyler öğrenir.  Bu durum iki tarafı da aslında memnun etmemiştir. Çünkü özel hayat konusunda kabul ettikleri kuralı ihlal etmişlerdir.

Nitekim bir zaman, Martin çok yakın bir süre sonra öleceğini hissettiğinden Anne’ya bir not bırakarak intihar eder. Anne ise onu, yatağındaki çarşafa sarar ve ona son kez sarılır. Martin yazdığı notta evini ona bıraktığını ve burada özgürce yaşayabileceğinden bahsetmiştir. Ancak Anne final sahnesinde tıpkı filmin başında olduğu gibi anılarından kaçar ve bir otele yerleşir. Oysa ki film içindeki konuşmalarda Anne, Martin gibi kimsenin onu bulamayacağı bir yerde yaşama fikrinin cazibesinden bahsetmiştir.

“-Ne istiyorsun peki?

-Senin gibi olmayı. Bu evde yaşamayı ve bu adada yalnız olmayı. Kimse seni görmüyor, kimse seni tanımıyor.”

Özetle; Anne, filmin başında nişanlısından ayrılmış ve evini boşaltıp bir bilinmeyene doğru yol almıştır. Filmin sonunda ise aynı evi paylaştığı karşılıklı sevgi ve saygının üst düzeyde olduğu adamı kaybetmesi onu yine bir bilinmezliğe götürür. Materyalist  düşünceye sahip olan Anne, kaybetme ve hayal kırıklığı sonrası ilk tercih ettiği şey evinden ve eşyalarından uzaklaşmaktır. Anne; özgürlüğün peşinden koşan, acı hatıralarla dolu geçmişinden uzaklaşan, özgür ve cesur  ruhlu bir kadını temsil eder (N.S).

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top