Etiket: filmanalizi

  • Ken Loach Filmleri: Auteur Çözümleme

    Ken Loach Filmleri: Auteur Çözümleme

    Kes (1969), It’s A Free World (2007), I, Daniel Blake (2016)

    Özet:

    Ken Loach sineması auteur yönetmen bağlamında; Kes (1969), It’s A Free World (2007) ve I, Daniel Blake (2016) filmleriyle incelenmiştir. Ken Loach’un ‘’Kes’’ filminde okulundan, arkadaşlarından ve ailesinden gördüğü baskı ile birlikte toplumdan kaçıp yabani bir doğancığı evcilleştirmeye başlayan, 15 yaşındaki bir çocuğun verdiği mücadeleyi izliyoruz. Ken Loach, daha ilk filmlerinden itibaren işçi ve işçi sınıfına ait insanların hikâyesini anlatmaya başladığını görürüz. Kes filmindeki çocuk, işçi sınıfına ait bir aileye sahiptir. It’s A Free World filminde; işçi sınıfına ait dul bir kadın, göçmenlere iş bulan bir ajansta çalışır. Patronlarından taciz ve baskı görmektedir. Bir gün işinden çıkarılır. İnsanların ve çevresinin yapamazsın demesine rağmen kendi ajansını kurmaya karar verir ve kurar. İşlerinin iyi gitmesiyle birlikte ekonomik statüsü değişir. Kadının, işçi sınıfından çıkarak bir burjuvaya dönüşümünü izleriz. I, Daniel Blake filmi ile ise yine işçi sınıfından orta yaşlı bir adam geçirdiği kalp krizi sonucu işinden ayrılır. Doktor tarafından çalışması uygun görülmez. Devleti işsizlik maaşı alma konusunda ikna etmeye çalışırken bürokrasinin acımasızlığı, modern toplum eleştirisi ve Adamın hayatına giren; genç bir kadının iki çocuğuyla birlikte hayata tutunma mücadelesini izleriz.

    Anahtar Kelimeler: İşçi Sınıfı, Mücadele, Burjuva, Baskı, Modern Toplum, Bürokrasi

    Giriş:

    Ken Loach, filmografisinin daha ilk filmlerinden ‘’Kes (1969)’’ ile birlikte anlatmaya başladığı konularda bir benzerlik ve bir bütün vardır. Bu nedenden dolayı Ken Loach’ı auteur yönetmen olarak görürüz. Kes filminde, işçi sınıfından olan bir çocuğun; annesinin sorumsuz davranışları, abisi tarafından sürekli tartaklanmasıyla birlikte okul ve arkadaş çevresi tarafından sürekli dışlandığını, baskıya maruz kaldığını görürüz. Ailesi ve sosyal çevresi ile bir türlü geçinemeyip iletişim kuramayan Casper (David Bradley), kendince sıradanlaştırdığı küçük yalanlar söyler ve hırsızlıklar yapar. Yolunda gitmeyen hayatında bir umut olarak yabani bir doğanı evcilleştirmede bulur. Doğan eğitimi ile ilgili bir kitap çalar ve yabani doğanı eğitir. Yabani doğanı eğitmesi ona saygı duymayan öğretmenleri ve arkadaşların bakışını biraz olsun değiştirir. Casper, şu repliğiyle ’’Benden daha kötülerini tanıyorum ama yaptıkları yanlarına kalıyor’’. Kendisinin yaptıkları doğru değil ve bunun farkında ama diğer insanlar neden benim gibi cezalandırılmıyor diye eleştiri yapar. Casper, okulda sürekli ceza alan bir çocuktur bunlara itiraz etmez ama diğer suçlularında cezalandırılmasını istemektedir. Adaletsizliğe karşı bir çıkıştır. Ken Loach bu filminde, toplumsal sorunları, işçi sınıfının toplumdaki yerini, din baskısını, öğrenci, öğretmen ve müdür arasındaki sınıf çatışmalarına değinmiştir. Yönetmen bu filminden başlayarak benzer bir çizgide kariyerini devam ettirmiştir. Toplumun sınıfları arasındaki çatışmalar, üst sınıfın alt sınıfı daima ezdiği bir anlayışa sahiptir filmler. Filmlerinde zayıf olanlar daima ezilen taraftadır. Bu filmde çocuk toplumda kendine bir türlü bir yer edinmez bir yabancılaşma yaşar. Toplumdan bu kadar dışlanan bir çocuğun hırsızlıklar yapması çok normal bir şekilde göstertir. Yönetmen bu filminden başlayarak kullandığı teknik özelliklerle de bir bütünlük sağlar. Ken Loach, kameranın oyuncuyu takip ettiği, gerçekliliği yakalamaya çalışan, müzik kullanımın az bazen hiç olmadığı filmler yapmıştır.

    ‘’It’s A Free World’’(2007) filmi ile yönetmen, işçi sınıfından burjuvaya dönüşen bir kadının hikâyesini anlatıyor. Bu filmde işçi ve göçmen sorunlarını anlatırken bir yandan da işçi sınıfını eleştirmektedir. İşçi sınıfının mülkiyet sahibi olduktan sonra kendisine yapılanları bir başkasına rahatlıkla yapabileceğini bize anlatır. Yine bu filmde Ken Loach, sınıf farklılıklarını, kapitalist yapının insanları nasıl değiştirebileceği, insani duyguları köreltebileceğini bize anlatmıştır. Ken Loach, benzer konuları kendine has üslubuyla anlatması onu auteur bir yönetmen yapmıştır. Toplumsal sorunları ele alırken sadece işçi sınıfı tarafında kalmayıp zaman zaman işçi sınıfını da eleştirmiştir. Ken Loach, kapitalist yapının aile ve insani değerleri nasıl etkilediğini bu filmle çok iyi anlatmıştır. Kadın sınıf atlamıştır ama vicdanı körelmiştir. Yine yönetmen ilk filmlerinde olan ‘’Kes’’ ile birlikte kullandığı teknik yöntemler benzerlik gösterir. Kamera kullanımı, kurgu, oyuncu seçimi, işlediği konular, doğal film yapısı ve sadelik bakımından bütün filmografisinde benzerlik gösterir.

    ‘’I, Daniel Blake filmi’’(2016) kalp krizi geçiren ve çalışması doktor tarafından sakıncalı görülen bir adamın, işsizlik maaşı alabilmesi için kurumlarla verdiği bürokrasi mücadelesini anlatıyor. Yine kendisi gibi bürokrasi ile mücadele eden genç bir kadın ve iki çocuğuyla tanışarak onlarla dost olur. Ken Loach, bu filminde de yine sistem eleştirisi yapmıştır. Devlet sisteminin bazı açık noktalarından dolayı kişilerin mağduriyetlerine değinmiştir. Başrol oyuncusunun teknolojiyle verdiği mücadeleyle ise modern toplum eleştirisi yapmıştır. Ken Loach’un diğer filmlerinde olduğu gibi yine bu filmde işçi sınıfından insanların sorunlarına değinmiştir. İngiliz devletinin acımasız bürokrasisi önünde ezilen insanların hikâyeleri anlatılmıştır. Zaman zaman karakterin isyan bayrağını çektiğini ve protesto eylemi yaptığını da görürüz. Yine bireyselleşen toplumun vurdumduymazlığı ve yardımseverlikten uzak olması, yönetmen tarafından eleştirilmiştir. Yönetmen, filmlerinde hep bir eleştiri yapar. Ezilen işçi sınıfı, hakkını bir türlü alamayan insanlar, bürokrasi eleştirisi, baskıcı kurumların eleştirisini yapar. Yönetmen ayrıca genel olarak bütün filmlerinde sosyal adaletsizliklere de vurgu yapmaktadır.

    Sonuç:

    Ken Loach, ele aldığı konular, yaptığı eleştireliler, oyuncu seçimi ve kullandığı teknik özellikler bakımından kendine has bir yaratıcı yönetmendir. Filmlerinde genel olarak işçi sınıfının dertlerini, sorunlarını ve işsizliği anlatmaktadır. Ama yeri geldiğinde işçi sınıfında eleştirmiştir. Sinemasında bir tarata yer almaktan ziyade sosyal adaletsizliklere ve haksızlığa karşı duran bir yönetmendir. Kapitalist sınıf ve burjuva sınıfı eleştirisini genel olarak filmlerinde bulunan konulardır. Bürokrasinin acımasızlığının insanları nasıl zor durumda bıraktığı, baskıcı kurumların eleştirisi, bunlar; okul ve aile içi baskı olarak örnek gösterilebilir. Ken Loach’un auteur yönetmen bağlamında incelediğimiz bu üç filminde son hep bir çözüme kavuşmaz ya çocuğun gözü gibi baktığı doğan ölür ya işçi sınıfından burjuvaya dönüşen kadının yaşananlara rağmen yasa dışı olarak göçmenlere iş bulmaya devam etmesi ya da Daniel amacına ulaşamadan kalp krizi sonucu ölür. Yönetmen filmlerinde hayatın gerçek yüzüyle seyirciyi hep karşılaştırır. Filmler mutlu sonla bitmez ve belirli bir çözüme ulaşmazlar. Adaletsizlikler, sosyal sorunlar filmlerinde hep devam ederler. Tıpkı bu sorunların gerçek hayatta sürekli devam etmesi gibi…

    Kaynakça:

    KAPLAN Neşe, KAPLAN Ali Barış, “Mücadele ve Direnişin” Cesur Ajanı Ken Loach’un Sinemasında İnsanın“Özgürleşme” Sorunu: Psikanalitik Yöntemle “Ülke ve Özgürlük” Filmi Analizi Makalesi, Marmara İletişim Dergisi, Sayı: 18,  Sayfalar: 126-140, 2011.

    İnternet Kaynakları:

    filmhafizasi.com/suruden-ayrilmiyorum-haklarimi-istiyorum-ben-daniel-blake/

    www.cinerituel.com/2017/02/i-daniel-blake-2016-elestiri.html

    sinemabirmucizedir.blogspot.com/2011/08/kes-kerkenez.html

    filmhafizasi.com/kes-1969/

    sinema.yedincigemi.com/i/11511/Its-a-Free-World…-inceleme.html

    ucnoktaaforizma.wordpress.com/sanat/iste-ozgur-dunyafilmi-politik-filmlerin-ustadi-

    ken-loach-son-calismasi/

    www.hayalperdesi.net/sinefil/40-sinif-atlama-cabasi-ve-vicdan-muhasebesi.aspx

  • Ahlat Ağacı Filmi: Sinemasal Dramaturji

    Ahlat Ağacı Filmi: Sinemasal Dramaturji

    Filmin Künyesi:

    Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan                                          

    Senaryo: Akın Aksu, Ebru Ceylan, Nuri Bilge Ceylan

    Görüntü Yönetmeni: Gökhan Tiryaki

    Kurgu: Nuri Bilge Ceylan

    Oyuncular: Doğu Demirkol, Murat Cemcir, Bennu Yıldırımlar, Hazar Ergüçlü, Serkan Keskin, Tamer Levent, Ahmet Rifat Şungar, Öner Erkan, Akın Aksu

    Yapım: Türkiye, Fransa, Almanya, Bulgaristan

    Süre: 188 dk.

    Vizyon Tarihi: 1 Haziran 2018 – Türkiye

    Filmin Konusu:

    Sinan, (Aydın Doğu Demirkol) üniversiteyi yeni bitirmiş bir öğretmen adaydır. Edebiyat tutkunu bir gençtir. Okulunu bitirdikten sonra ilçesine ailesinin yanına Çan’a gelir. Ahlat Ağacı adında yazdığı bir kitabı bastırmak için para bulma mücadelesi verirken bir yandan da Babasının (Murat Cemcir) borçlarıyla yüzleşip sorunlar yumağının içinden çıkmaya çalışacaktır.

    Yönetmenin Sanat Anlayışı:         

    Nuri Bilge Ceylan daha ilk filmlerinden itibaren Türk sinemasında özgün film yapmaya başlamış bir yönetmendir. İlk filmlerinde ailesine ve yakın çevresine rol vermiştir. Sinemaya başladığı ilk kısa filmi olan ‘’Koza (1995) ile bir auteur yönetmen olma adımını atmıştır. Bu kısa filmde anne ve babasına rol vermiştir. Oldukça pastoral ve minimalist sinema dilinde bir yapıttır. Hikâyeleri yoğunlukla taşrada geçer. Bundan sonra çektiği üçleme olarak değerlendirilen ‘’Kasaba (1997)’’, Mayıs Sıkıntısı (1999) ve Uzak (2002) filmleriyle de taşrayı, insanın içsel yalnızlığını anlatan oldukça bireysel konularda filmler yapmıştır. Ulusal uluslararası birçok film festivalinde ödüller almıştır. İklimler (2006), Üç Maymun (2008), Bir Zamanlar Anadolu’da (2011), Kış Uykusu (2014) ve son olarak Ahlat Ağacı (2018) ile oldukça etkileyici bir filmografiye sahiptir. Kış Uykusu filmi ile Cannes film festivalinde en büyük ödül olan Altın Palmiye’yi kazanmıştır. Yönetmenin genel olarak filmlerinde Çehov’un taşra öykülerinin etkisi oldukça fazla bulunur. Konu olarak taşra sıkıntısı, insanın yalnızlığı, sınıfların çatışması gibi konuları oldukça sade ve gerçekçi bir biçimde bize anlatır. Yönetmenin bireysel dertlerini sinema ile ifade ettiği bir gerçektir. Filmlerinde bu topraklarda yaşayan insanların resmini çizer. Herkesin bildiği ama konuşmak istemediği konuları filmine çeker ve insanı tüm tarafıyla anlatır.

    Filmin, Yönetmenin Öteki Yapıtları İçindeki Yeri:

    Ahlat Ağacı filmi, yönetmenin Kış Uykusu filminden sonra çektiği son filmidir. Bu filmdeki üniversiteden yeni mezun olmuş Sinan ( Doğu Demirkol)  karakteri bir nevi yönetmenin gençliğine geri dönüşü olarak değerlendirilebilir. Kış Uykusu filmindeki Aydın(Haluk Bilginer) karakteri emekli bir tiyatrocu olarak karşımıza çıkmıştı.  Film temelinde bir baba oğul hikâyesi üzerine kurulu olsa da yönetmen diğer çektiği filmlerinde çok fazla yer vermediği toplumsal konulara bu filmde oldukça fazla yer vermiştir. Film ile ilgili Nuri Bilge Ceylan şöyle der; ‘’Sevelim veya sevmeyelim, bazı özelliklerimizi babalarımızdan alırız. Zayıflıklarımızı, alışkanlıklarımızı ve daha birçok şeyi… Film, babanın ve oğlunun aynı kaderi paylaşmasıyla oluşan kısır döngüyü, acı veren deneyimlerden oluşan bir seriyle anlatacağız.’’ sözlerini kullanmıştır. Yine diğer filmlerinde olduğu gibi taşranın mekân olarak geçtiğini görüyoruz.  

    Öykünün Toplumsal Düzlemi:

    Ahlat Ağacı filmi, edebiyat mezunu olmuş ve doğduğu ilçeye ailesinin yanına gelen Sinan karakterinin çevresinde geçmektedir. Sinan KPSS’ye hazırlanmakta ve yakında emekli olacak öğretmen babası gibi öğretmen olmanın peşindedir. Ama asıl mücadelesi yazdığı kitabı bastırmak için para bulmaktır. Sinan sınavdan istediği neticeyi alamaz ve atanamayan öğretmenler kervanına katılır. Kitabı bastırmak için para biriktirirken bir yandan da ilçenin önde gelenlerinden yardım ister ama yardım çıkmaz. Parasını babasının çok sevdiği av köpeğini habersizce satar ve kitap basılır. Kitap hiç satılmaz ve elinde kalır. Artık ne öğretmen olabilecek ne de yazar. Bundan sonra ya polis olacaktır ya da askere gidecektir. Askere gider ve geri döner. Sinan, hayatta hiçbir şeyi başaramayan hayatın gerçekleri ile yüzleşip ilçedeki yaşantıya ayak uydurmak zorunda kalacaktır.  Nuri Bilge Ceylan bu filmde ülkemizde atanamayan yüz binlerce öğretmenin dertlerine de yer vererek diğer filmlerinde pek değinmediği toplumsal konulara değinmiştir. Bunun dışında Anadolu’daki aile yapısını, herkese borçlanan ve şans oyunları tutkunu bir babanın, ailesine ve kendisine yabancılaşmasına gerçekçi bir şekilde tanık oluyoruz. Film üniversiten mezun olduktan sonra hayatta başarısız olup tek çaresi askerliği aradan çıkarmak olan bir gencin askerliği bittikten sonra evine tekrar dönüşüne ve yeni karakterine şahit oluyoruz. Hayalleri tamamen değişmiştir. Taşradan gitme düşüncesinin yerini taşrada tutunmaya çalışmak almıştır.  

    Sosyolojik/Ekonomi Politik Arka Plan:

    Filme adını veren durum; Sinan’ın bastırmaya çalıştığı kitabın adıdır. Ahlat Ağacı doğada kendiliğinden biten yamuk şekilsiz bir ağaçtır. Sinan karakteri ise üniversiteden mezun olmuş ve ne yapması gerektiğini tam anlamıyla kavrayamayan bir gençtir. Sinan ilçeye döndüğünde birçok akrabası ve arkadaşlarıyla karşılaşır. Bir ilçe ama taşradan farksız bir yerde hayatlarına devam etmektedirler. Sinan ise taşradan kaçıştan yanadır. İnsanların küçük düşüncelerinden basit ve sade yaşantılarından memnun olmayan yer yer ukalaca davranan bir gençtir. Parası yoktur. Babası borç batağında bir öğretmendir. İlçedeki herkese borçlanmış vurdumduymaz bir babadır. Sinan, bütün çevresini dar kafalıktan dolayı eleştiren ama henüz hayatta hiçbir gerçekle karşılaşmamış oldukça romantik bir gençtir. Hayatı fazlasıyla önemsemeyen klasik bir genç örneğidir. Filmde toplumsal sorunlara vurgu oldukça fazladır. Öğretmenlerin atanamaması, gençlerin gelecek kaygısı, taşrada yaşayan bir kızın evlenmekten başka yapacağı bir şeyin filmde olmayışı, din adamları ile taşralıların hikâyesi gibi birçok toplumsal olgulara yer verilmiştir. Filmin sonunda baba emekli olmuştur. Baba, film boyunca emekli olduktan sonra yerleşmek istediği dağ evine yerleşmiş ve orada yer alan bir kuyudan su çıkarma mücadelesine devam etmektedir. Bu mücadeleyi film boyunca da izlemişizdir. Filmde hiçbir şeyden başarılı olamayan genç Sinan, babasıyla aynı kaderi paylaşarak daha önce yapmak istemediği kuyu kazma işini yapmaya başlar. Film iki farklı biter. İlk planda Sinan kuyunun içinde kendini asmıştır. Diğer planda ise kuyuyu kazmaya devam etmektedir. Belirli bir sona varamayız. Sinan, belki eski Sinan’ı astı ve yeni bir Sinan oldu. Hayata tutunma mücadelesi verdi. Ya da pes etti ve durumunu kabul etmeyip kendini asmayı tercih etti.  

    Öykünün Söylem Düzlemi:

    Sinan, okulunu bitirmiş ve ilçesi Çan’a ailesinin yanına gelmiştir. KPPS’yi kazanarak öğretmen olma düşüncesindedir. Bununla birlikte yazdığı kitabı bastırmak için önce ilçenin önde gelenlerinden maddi destek bekler. Bu önden gelen insanlar kitap nedir ne değildir bunu bilmeyen ama Sinan’a her konuda akıl veren her şeyi bilen bir üst sınıftır. Sinan, kitap bastırmak için para bulamayacağını anlayınca kendisi biriktirmeye başlar. Dedesi’nin eski kitaplarını satarak para biriktirmeye başlar. Daha sonra bu biriktirdiği paranın bir kısmı borç batağında olan öğretmen babası tarafından habersizce alınır. Sinan, bunu anlar ama babasıyla yüzleşmekten kaçınır. Sinirini kız kardeşinden çıkarır. Seyirci olarak Sinan’ın parasının bir kısmını babanın aldığından emin oluruz ama Sinan buna bir türlü inanmak istemez. Son çare babasının çok sevdiği köpeğini satar ve kitap basılır ama hiç satış olmaz. Para kaybolma sahnesindeki son planda babasına uzun bir bakış atar. Sinan ne kadar inanmak istemese de bu bir intikam bakışıdır.

    Tema:

    Filmin teması üniversiteden yeni mezun olmuş bir gencin kitabını bastırmak için verdiği mücadeleye tanıklık ediyoruz. Atanmayan öğretmenler, gelecek için umutsuz olan gençler ve klasik bir Anadolu ailesi üzerinden toplumdaki gerçek olan birçok olguyu Ahlât Ağacı filmi ile izliyoruz. Köyde sıkışıp kalmış hayatlar üzerinden işsizlik, parasızlık ve umutsuzluk anlatılmıştır. Zaten filmin başında Sinan’ın ailesinin televizyonda Yılmaz Güney’in Umutsuzlar filmini izlediğini yönetmen bize gösterir. Bu gösterilen film bu aile fertlerinin geleceğe yönelik umutsuzluğunun bir göstergesi olarak söylenebilir.  

    Karşıtlıklar(Asal Karşıtlıklar/İkincil Karşıtlıklar):

    Sinan, ilçeye döndüğünde daha ilk sahnede bir belirsizlik içinde olduğunu görürüz. Karşılaştığı ilk kişi bir kuyumcudur. Sinan’a, babasına ulaşamadığını ve babasının ondan aldığı altınları geri vermeyi unuttuğunu söyler. Daha ilk sahnede babasının borçlarının Sinan’a dert olacağını anlamış oluruz. Sinan’ın kitabını bastırmak için ilçenin ileri gelenleriyle konuştuğu sahnelerde babasının kim olduğunu utanarak söylemek durumunda kalır. Babanın kumar tutkusu ve borç batağında olması Sinan’ın kitabını doğduğu ilçede çıkarmasının önündeki en büyük engellerdir. Sinan’ın sanat anlayışıyla çevresindekilerin anlayışı da farklıdır. Sinan’ın bütün bu olumsuzlulara rağmen çokbilmiş tavırları ve tez canlılığı ona kitabı bastırmak konusunda sorunlar çıkarmaktadır. 

    Öykünün Anlatı (Narration) Düzlemi:

    Öykünün anlatımı Sinan karakterinin ilçeye gelmesiyle başlar. Geldiği ilk sahneden itibaren babasının borçlarının kendisine önayak olacağı belli olur. Kitabı bastırmak için yeterince parası yoktur. Parayı nereden bulacağını da tam anlamıyla bilmez. Kendince parası olan üst sınıf kişilerin yanına gider ve bir nevi gençliğinin verdiği heyecan ile neredeyse para dilenir. Ya da borç ister. Ahlât Ağacı köy – kent atışması arasında karakterlerin varoluş sıkıntısını ve kendini araması üzerinden ilerliyor. Sinan karakteri film boyunca bir arayış içindedir. Bu arayış hem para bulma hem de kimlik arayışıdır. Filmin ilk karesinde Sinan’ın bedeni denizin içinde karışmış olarak görmekteyiz. Sonrasında anlaşıldığı üzere Sinan, film boyunca bir tür kimlik bulma mücadelesi veriyor.  Bu kimlik arayışını filmin sonunda bulduğunu görüyoruz. Filmin başında bambaşka bir karakter varken sonunda ise başka bir karaktere dönüşüyor. Filmin başında Sinan, taşradan kaçmak istiyor burada yaşamanın olanaksızlığından bahsediyor sürekli ama filmin sonunda ise babasına balyaları taşımaya yardımcı olur ve kuyudan su çıkarmaya çalışır. Bu Sinan’ın artık taşradan çıkma hayallerinin son bulduğunun bir imgesi olarak karşımıza çıkar.

    Mekân Tasarımı:

    Mekân, Nuri Bilge Ceylan’ın bütün filmlerinde olduğu gibi taşta ve çevresinde geçen hikâyelerdir. Doğal güzelliklerin ön planda olduğu insanların doğa ile iç içe yaşadığı taşra hikâyeleridir. Filmler pastoral bir görselliğe oldukça fazla sahiptir. Ağaçlar, uçuşan yapraklar, uzun manzaralı geniş planlar Ahlât Ağacı’nda olduğu gibi diğer Ceylan’ın diğer filmlerinde de yer almaktadır. Ahlât Ağacı küçük ve görsel olarak zengin güzelliklere sahip Çan ilçesinde ve Sinan ve babasının bir kuyudan su çıkarmak için sıklıkla gittiği bir köyde geçer. Filmin her karesi tabla gibi doğal sade bir yapıya sahiptir. Ceylan görsel olarak seyirciyi her filminde oldukça fazla etkilemeyi başarmıştır. Zengin görsellikler bir fotoğraf karesi gibi karşımıza çıkmaktadır.  Ayrıca filmin geçtiği yer Çanakkale’nin Çan ilçesidir. Bu Nuri Bilge Ceylan’ın doğduğu yerdir. Filmde yönetmenin kendi yaşantısına dair ipuçları bulunmaktadır.

    Kişileştirme Tasarımı:

    Sinan ilçeye geldiği andan itibaren seyirci olarak onun yanında oluyoruz. Sinan ile birlikte biz de o ilçeye gidiyoruz. Sinan, para bulma mücadelesinde ona destek olmak istiyoruz çünkü karakterin doğru yolda olduğunu düşünüyoruz. Karakter bütün çevresini sorgulamaya başlıyor. Bir din adamıyla uzun uzun tartışma yaşıyorlar. Bu tartışmanın içine bir müddet sonra biz dâhil oluyoruz. Ama bir türlü Sinan, babasını anlamayı tercih etmiyor. Sadece onu eleştirip öyle kabul görmektedir. Çoğu zaman babasından kaçıyor onunla yüzleşmekten çekiniyor. Çevresine doğru açık bir kişiliği varken ailesine özellikle babasına kapalı bir kişiliği vardır. Kitabı basıldığında annesine bir kitap hediye eder ama babasına kitap vermez. Babasına sadece nispet yapar gibi elinde kitabı ile babasının çalıştığı okula gider. Sana rağmen bu kitabı bastırdım der gibi bir anlam kazanır. Kitap hiç satılmaz. Annesi tarafından kitaplar bodruma kaldırılmıştır. Filmin sonunda babanın elinde bir Ahlat Ağacı kitabı olduğunu görürüz. Babaya film boyunca sinirli oluruz ama Sinan’ın kitabını okuyup Sinan ile kitap hakkında konuşması, seyirciye bir pişmanlık duygusu aşılar. 

    Bakış Açısı:

    Filme seyirci Sinan’ın gözünden bakıyor. Onunla birlikte filme başlıyor. Sinan’ın perspektifinden taşradaki birçok olguyu Ceylan bize gösteriyor. Karakterlerin uzun diyalogları bize sanki bir kitap okuyoruz izlenimi vermektedir. Yönetmen bize film ilerledikçe bazı şeyleri öğrenmemizi ve sorgulamamızı istiyor. Bütün karakterleri sorgulamak filmin alt metnini anlamak, her şeyden önce insanı ve insan davranışlarını anlamamızı bekliyor. Yönetmen, taraf tutmamamız gerektiği söylüyor aslında çünkü filmi izlerken herkese bir nevi hak veriyoruz. Sinan’a babasına (Murat Cemcir) ve annesine herkes bir yandan çok haklı geliyor seyirciye ama yine de film belirli bir açık son ile bitmeyerek bir şeyleri süreli sorgulamamıza sebebiyet veriyor. Zaman zaman rüya sahneleri filmde kullanılmıştır. Kumarbaz babanın bebekliğine flashback yapıldığı sahnede vardır.

    Olaylar Dizimi:

    Filmdeki olaylar dizimi çizgisel olarak ilerlemektedir. Sinan’ın para bulma mücadelesiyle birlikte devam etmektedir. Film sonbahar mevsimi ile kış mevsimi arasında geçer. İlk bölümde Sinan’ın para bulma çabasını ve kimlik arayışını izleriz. İkinci bölümde kitabını bastırmıştır. Kitap satış yapmayınca ve KPSS’den başarısız olunca askere gitmeye karar vermiştir. Askerlikten sonra artık emekli olmuş ve bir dağ evine yerleşmiş olan babasının yanına gelir ona balyaları taşımasında yardımcı olur. Daha sonra film boyunca bir türlü su çıkmayan kuyuyu kazmaya başlar. Bir anlamda taşra hayatını artık kabul etmiş değişime uğramıştır.

    Olay Çatkısı:

    Filmde karakter Sinan’ın ilk amacı; yazdığı kitabı bastırmak için gerekli parayı bulabilmektir. Daha sonra kimlik arayışına dönüşür bu arayış. Karşıt olarak babasının borçlularının sürekli onun karşısına çıkıp onun motivasyonunu bozması ve babanın borçları ve umursamaz yapısı yüzünden aile içinde çekilen sıkıntılar. Anne (Bennu Yıldırımlar) Sinan’a her zaman destek olan biridir. Böylelikle Anne’yi kahramanın amacını gerçekleştirirken ona yardım eden bir öğe olarak görebiliriz. Örnek olarak ise; Sinan sınava girmeye gittiğinde harçlığını annesi verir. Babanın gözü ise o paranın bir kısmında kalmıştır. Sinan’ı otobüse kadar uğurlayıp paranın bir kısmını ister. Önce Sinan’dan sigara sonrada köfte almak için bu eylemi gerçekleştirir. Köfte alma bahanesiyle Sinan’dan aldığı para ile bir yere gider ve borçluları ile tartışır. Sinan, babasına güvenmeyerek onu takip eder ve bu olayları görür. Sonra da sınav için otobüse binip gider. Sınav başarısızlıkla sonuçlanır. Kitap basılır ama satılmaz. Sinan askere gider. Döner ve Son çare taşrada kalmayı tercih etmek zorunda kalır.

    Krizler:

    Sinan’ın biriktirdiği paranın bir kısmının babası tarafından alınması, Sinan’ın KPSS’yi kazanamaması, para bulma çabasının da boşa gitmesi örnek olarak gösterilebilir. Tüm bu sorunlardan sonra Sinan çareyi askerliğini aradan çıkarmakta bulmaktadır. Askere gider ve döndüğünde taşraya karşı tutumu değişmiş orada yaşamaya karar vermiştir.

    Doruk Nokta:

    Doruk nokta ise; Sinan’ın bütün yapmak istemediği şeyleri başarmayıp taşrayı kabul etmek zorunda kaldığını anlamasıdır. Kitap basılır ama satılmaz. Sınav kazanılmaz ve öğretmen olma çabası ertelenir. Sinan’ın final sahnesinde babasıyla dağ evinin önünde oturup konuştukları sahne filmi hikâye olarak en tepe noktaya taşımaktadır. Baba ile ilk kez birbirlerini orada anlamışlardır. Baba, oğlunun yazdığı kitabı okumuştur ve kitap üzerine konuşurlar. Sinan dâhil olmak üzere seyirci de babanın o kitabı okuyacağını beklemez.

    Çözülme ve Son:

    Film klasik anlatı yapısının dışına çıkarak belirli bir son ile bitmez. Sanat filmlerinde ve özellikle Ceylan’ın filmlerinde sıkça gördüğümüz belirli bir çözüme ulaşmama ile film tamamlanmaktadır. Yönetmen seyirciyi belirli bir noktaya getirir ve gerisini kendisinin sorgulamasını veya yorumlamasını ister. Böylelikle daha zengin bir kapanış gerçekleştirmiş olur. Bu anlatı yapısı klasik yapının bozulmasına ve onun dışına çıkmasına neden olur. Bu filmlere klasik anlatı yapılı film değil sanat filmi demekteyiz. Ahlât Ağacı’nın sonu iki faklı son ile bitmektedir. İlk son; Sinan kuyuyu kazmaya devam eder. İkinci son ise babası Sinan’ı kuyuda kendini asmış bir şekilde görür. Hangisi gerçek bu seyirciye bırakılmıştır. Kendini asmak eski Sinan’ı yok etme olarak yorumlanabilir. Kuyu kazma ise bütün olumsuzluklara rağmen Sinan’ın kuyu kazmaya devam etmesi anlamına gelebilir.

    Dramaturgi Perspektifinden Reji Tasarımı:

    Ahlât Ağacı filmi, oldukça düşük tempoda ilerler. Sade ve milimalist bir anlatımı vardır.  Güzel, etkileyici kadrajlara sahiptir. Taşrada geçen film karakterlere sıkışmışlık duygusu vermektedir. Çünkü orada yaşan insanlarda sıkıntı bir türlü bitmez. Nuri Bilge Ceylan’ın bir diğer filmi ‘’Mayıs Sıkıntısı’’ gibidir. Ahlât Ağacı birçok eleştirmene göre Ceylan’ın en iyi filmidir. Ceylan’ın bir nevi gençliğine geri dönüşü olarak dile getirilmektedir. Kurgusu yavaş ilerlemektedir. Yer yer karakterler uzun monologlar yapmaktadır. Film adeta bir roman okuyormuşuz gibi ilerlemektedir. Filmin doğal ve gerçekçi yapısı bizi içine hapsediyor. Kendimizi orada olduğumuza inandırıyoruz. Bütün karakterler hayatın içinden seçilmiş gerçek kişiler olduğu o kadar belli ki klasik insan manzaralarını en ince ayrıntısına kadar izleyip anlıyoruz.

    Oyunculuk:

    Filmin başrol oyuncuları komedi filmlerinden bildiğimiz Sinan (Doğu Demirkol) ve İdris karakterindeki baba ( Murat Cemcir ) gibi oyunculardan oluşmaktadır. Filmin dram yönü çok ağır bassa da zaman zaman seyirciyi güldürmektedir. Oyunculuklar oldukça iyi ve gerçekçi bir şekilde sergileniyor. Sinan’ın kendini beğenmiş ve yer yer ukala yapısıyla babanın umursamaz görünen ama aslında oğlunu çok seven bir baba rolü, oldukça etkileyici bir şeklide anlatılıyor.    

    Ses ve Müzik Tasarımı:

    Ahlat Ağacı filmi boyunca müzik çok fazla kullanılmaz sadece filmin belirli yerlerinde kısık bir klasik müzik sesi duyarız. Nuri Bilge Ceylan’ın diğer bütün filmlerinde de müzik kullanımı böyledir. Oldukça minimal düzeyde olan klasik müziklerdir. Ses ise foley sesler denilen sahne içindeki doğal seslerin yeterince iyi kullanılmasıdır. Bu bir yürüme sesi, kuş, ağaç, karakterlerin aldığı nefesin sesi gibi her şey olabilir. Bunlar Ceylan filmlerinde oldukça yoğun bir şekilde duyulmaktadır. Sahnelere daha gerçekçi bir anlam yüklenir.   

    Sonuç Yerine:

    Sonuç olarak ise; 90’lı yılların ikinci yarısında sinemaya başlamış ve Türk sinemasının en iyi yönetmenlerinden biri olan Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlât Ağacı filminin sinemasal dramaturgisini yukarıdaki maddelerde ele aldım. Rus edebiyatından oldukça fazla etkilenen yönetmen, Tarkovsky, Bergman, Antonini gibi Dünya sinemasının önemli yönetmenlerinden de etkilenmiştir. Ahlât Ağacı filmi baba ve oğlun bir kısır döngü ile aynı kaderi paylaşmasını oldukça gerçekçi bir şekilde seyirciye sunuyor. Ceylan filmleri otobiyografik yanı da fazlasıyla vardır. Kendi doğduğu şehri ve kasabayı filmlerinde kullanması buna örnek olabilir. Yönetmenin fotoğrafçı kimliği kadrajlarının bir fotoğrafa benzemesine neden olabilir. Sinemasının sade, gerçekçi, minimalist yapısı seyirciyi etkisi altında bırakmaktadır. Seyirciyi bir nevi filminin gerçekçiliğinin içine alır. Bu toprakların insanlarından beslenerek bu insanların dertlerini anlatır. Daha çok bu dertler diğer filmlerinde bireysel olsa da Ahlât Ağacı filmi ile birçok toplumsal sorunun alt metnine değinmiştir. Film adeta memleketten insan portreleri bize sunar.   

  • David Lynch Filmleri: Postmodern Çözümleme

    David Lynch Filmleri: Postmodern Çözümleme

    Mavi Kadife (1986), Kayıp Otoban (1997), Mulholland Çıkmazı (2001)

    ÖZET:

    David Lynch sineması simgeler ve metaforlar üzerine kurulu karmaşık bir anlatı yapısına sahiptir. Filmlerindeki gerçekliliği farlı bir bilinç ile anlatmaktadır. İzleyiciye sürekli bir şeyleri sorgulaması ve şüphe uyandırması seyircinin kendi bilinç yapısını sorgulamasına neden olur. İnceleyeceğimiz üç filmi; Mavi Kadife, Kayıp Otoban ve Mulholland Çıkmasında genel olarak baktığımızda bir aile yapısın olduğunu görmekteyiz. Kadın karakterlerin David Lynch sinemasında yeri oldukça fazladır. Önemli bir yer tutarlar. Kadın karakterlerin saç kesimleri, tenleri hatta kıyafetleri bile benzerlik göstermektedir. Kadın, cinsellik ve cinsellikte başarısız olan erkeğin saldırganlığı filmlerinde küçük detaylar ile başarılı bir şekilde anlatılmıştır. Filmlerinin genel olarak karmaşık ve iç içe geçmiş kurgusu, geriye sarmalar ile seyircide merak unsurunun artmasına sebebiyet vermektedir. David Lynch filmlerin tam olarak nerede başladığını ve tam olarak nasıl bittiğini serci anlayamaz. Yönetmen filmin ortasına aniden bir karakter ekler ve seyircinin algısını ve anlam yapısını birden bozabilir. O kendine has karmaşık yapıya birden döner. Karakterleri psikolojik, ruhsal veya birtakım sarsıntı etkisindedirler. Seyirci karakterlerin ruhsal yapısından sürekli şüphe duyar. Filmlerinin içinde rüya veya birtakım gerçeküstü sahneler sıklıkla görmekteyiz.  Karakterler bir arayış içindedir. Bu arayış bazen kendi bilinçleri veya kimliklerini aramaktadırlar. Mavi Kadife, Kayıp Otoban ve son olarak Mulholland Çıkmazı filmleri açıklıktan karmaşık yapıya doğru gitmektedir. Yönetmen bir nevi bu karışıklılığı her sonraki filminde biraz biraz arttırmaktadır. Dekor, müzik, kurgu ve kameranın kullanımı yönetmenin kendine has yapısında ilerlemektedir. Filmleri benzer nitelikler taşımaktadır. Bunun için David Lynch için auteur yönetmen denir. Postmodern anlatı yapısı David Lynch filmleri için fazlasıyla ortak özellikler taşımaktadır. Küçük ipuçları vererek ileri geri sarmalar ile bu ipuçları birleşir ve bir anlama bürünür. Yönetmen verdiği küçük parçaları film boyunca yeniler ve belirli bir anlamın resmini çizer. Bu resim bekli de kendisinin ressam kişiliğinden gelmektedir.

    Anahtar Kelimeler: Psikoloji, Postmodern Anlatı, Bilinç, Dekor, Kurgu, Kadın, Cinsellik, Simgeler, Metaforlar.

    GİRİŞ:

    David Lynch sineması karanlık, tekin olmayan bir sinema yapısına sahiptir. Kendine has kamera hareketleri, gerçek ve gerçeküstü planların iç içe oluşu, kurgunun klasik anlatı yapısının dışında bir biçimde kullanılması Lynch sinemasını farklı bir tarafa taşıyan öğelerdendir. Film kurgu ve biçimsel olarak postmodern anlatı yapısına sahiptir. Yönetmen filmin başında verdiği küçük bilgi ve ipuçlarıyla birlikte filmi ilerletir. Verdiği bu ipuçlarının film içinde mutlaka bir bağlamı bir sonucu vardır.  Seyirci film bittiğinde farklı son yorumları yapmaktadır. Çok katmanı olan bir sinema anlayışına sahiptir. Metaforların ve simgelerin yoğunlukla kullanıldığı için izlenildiğinde anlaması güç sahneler ile karşılaşırız. Sahneler farklı yorumlara açıktır. Belirli bir olayı net doğru bir şekilde filmden çıkaramayız. Olaylar ve sahneler birbiri içine geçmiş karmaşık bir yapıya sahiptir. Yönetmenin sineması oldukça kişisel bir sinemadır. Öznel gerçekçilik nesnel gerçekçilikten daha ağır basmaktadır. Yönetmen bu bağlamda bir auteur yönetmendir. İzleyiciye filmden ne anlaması gerektiği konusunda geniş özgürlükler tanır. Herkesin farklı yorumlarda bulunması bu bağlamda yönetmenin işine gelmektedir. Sahnelerindeki dekorlar, ışıklandırma biçimi olarak diğer alışagelmiş filmlerden dışına çıkar.     

    Bir Auteur Yönetmen Olarak David Lynch:

    David Lynch sineması ve bu incelediğimiz üç filmini ele aldığımızda yönetmene bir auteur yönetmen adını verebiliriz. Kullandığı metaforlar ve simgesel anlatım ile birlikte kendine hasa bir sineması vardır. Yönetmen; ışıklandırma, kamera ve kurgu bakımından birçok filmden farklılık göstermektedir. Filmleri açık son diyebileceğimiz bir türdür. Çeşitli yorumlamalara açıktır. Yönetmen ressam kişilinden gelen bir anlatım ile adeta filmlerinde parça parça ilerler yavaş yavaş parçaları birleştirir.

    Mavi Kadife (1986)

    Film genç bir adam olan Jeffrey’in bir arka bahçede bulduğu bir kulak sahnesiyle başlamaktadır. Jeffrey, bu kulağın gizemini çözmek için yaptığı araştırmalar ile çeşitli gizem, gerçeküstü ve psikolojik olayların içerisinde kendisini bulur. Bir cinayetin işlendiğini öğrenir ve kız arkadaşı Sandy ile bu olayın peşine düşerler. Film David Lynch’in metaforik anlatımlarının çok yoğun olduğu sahneler ile doludur. Bir sahnede, bahçede bir adam su sulamaktadır. Hortum birden katlanır ve su kesilir. Daha sonraki planlarda Jeffrey kalp krizi geçirmektedir. Hortum metaforu tıkanan bir kalbi temsil etmektedir. Ayrıca güzel bir bahçe görüntüsünün ardandan gelen planda Jeffrey’in kalp krizi geçirdiğini görmek seyirciyi ani şok etkisi altından bırakır. Yönetmen çok durağan bir plandan sonra ani bir kesme ile çok yüksek tempolu bir plana kesme yapar. Bu durumda seyirci ani olarak değişik bir duygu yapısına sahip olur. Jeffrey’in evine gizlice girip saklandığı mavili kadının (Dorothy) gizlemli, psikolojik etkili yapısıyla birlikte modern toplumun röntgencilik yapısına vurgu yapılmıştır. Dorothy’in gizemli bir adamla yaşadığı sadomazoşist garip ilişti farklı bir cinsellik yapısını anlatmaktadır. Cinsellikte başarısız olan bireyin saldırgan yapısına örnektir. Dorothy karakteri, Jeffrey’in biliçaltını da temsil etmektedir. Bastırılmış duyguların bilinç temsili olarak Dorothy karakterini yorumlayabiliriz. Freud’un psikanaliziyle filmde karakterlerin alter egoları, bastırılmış id duyguları gün yüzüne çıkmaktadır. Film travmatik birtakım olaylar ile filmin başkarakteri Jeffrey’in bastırılmış duygularının, bilinçlerinin dışavurumudur. Film bir kulak görüntüsü ile açılır ve final sahnesinde yine bir kulak görüntüsü ile son bulur. Film, kara film örneği olarak görülmekle birlikte postmodern bir anlatım diline sahiptir. Yönetmen film boyunca verdiği kodlar ve parçalar ile filmin sonunda genel bir resim çizer. Parçalardan bütüne doğru bir anlatım vardır. Filmde yer alan; aşk, bilinç, gerçeküstücülük gibi soyut kavramların yoğunlukta olduğunu görmekteyiz. Yine bu filmde erkeklerin daha egemen ve güçlü olduğunu görmekteyiz. Erkek sorunları ve onların bilinçaltının bir yansıması olarak bu film değerlendirilebilir.        

    Kayıp Otoban (1997)

    Filmin müzisyen karakteri Fred ve eşi Patricia evli bir çiftlerdir. Evlerinin önüne birkaç gün boyunca isimsiz bir kaset bırakılır. Kasetlerin içinde çiftin yatak görüntüleri vardır. Çift, polis’e haber verir ve film bu gizem ile başlar. Çiftin evlilikte cinsellik ile ilgili problemleri vardır. Evlerinin ışıklandırması düşük ve melankolik bir yapıdadır. Fred, çeşitli rüyalar görür. Film ani ileri geri sarmalar ile ilerler. Yine filmin başında ‘’Dick Laurent öldü’’ sesi bir ahizeden duyulur. Bu kod filmin başında ilerde cevaplanacak bir soru ile başlar. Postmodern yapının parçalı ve sarmalı kurgusuyla bu küçük bilgi filminin sonunda bir sonuca varır. Yine David Lynch’in diğer filmlerinde olduğu gibi karakterler birtakım psikolojik etki altındadır. Karakterlerin akıl sağlığından film boyunca şüphe duyarız.  Filmin otoban görüntüleri sıklıkla vurgulanır. Bu uzun otoban görüntülerinin sonunda filmin karakterleri Fred ve Patricia başka birilerine dönüşürler. Gelecek ve geçmiş iç içe geçmiş durumda hissi vermektedir. Karakterlerin isimleri ve şeklileri de değişime uğramıştır. Nesnel ve öznel gerçekçilik algısı birbirine karışmıştır. Filimde gerçeküstü metaforlar da sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Elinde bir kamera olan gizemli bir adam, Fred’in katıldığı bir partide bir anda Fred’in karşısına çıkar. Ortamdaki sesler bir anda duyulmaz ve filmde gerçeküstü bir boyutta olduğumuzu anlarız. Kırmızı renginin sıklıkla kullanılması tehlike çağrışımı yapmaktadır. Fred’in evinde, film boyunca telefon iki kez çalar ve kimse konuşmaz. Bu planlarda kırmızı tonlar hâkimdir. Yine film içinde karakterlerin değişimiyle beraber görsel anlamda da değişikliklerin olduğunu görmekteyiz. Film bir anda farklı bir sahneye geçiş yapar ve filmin ilerisinde yaşanacak bir olayın ipuçlarını verir. Bu noktada postmodern anlatıma örnek olarak patlayan bir ev planı ve ardından bu patlamamın geriye doğru sarılmasıyla birlikte filmin sonunda tekrar bu evin patladığını görmekteyiz. Filmin sonunda Fred, Pete karakterinden kendi karakterine tekrar geçiş yapmaktadır. Pete karakteri, Fred’in alt benliğini ve alter egosunu oluşturmaktadır.

    Mulholland Çıkmazı (2001)

    Rita bir kaza geçirir ve sağ kalır. Tramvatik bir etki ile hiçbir şeyi hatırlamamaktadır ve hafıza kaybı yaşamıştır. Gizlice Betty Elms’in evine sığınır. Aralarında daha sonra bir aşk yaşanmaktadır. Betty oyuncu olma hayali olan bir kadındır. Rita ise karmaşık bir hayat içinden bir kaza ile çıkmış ve hiçbir şeyden haberi yoktur. Yine Lynch sinemasında olduğu gibi rüyalar, sarmal kurgu, soyutluğun ve gerçekçiliğin iç içe olduğu bir filmdir. Film, Los Angeles ve çevresinde geçmektedir. Hollywood vurgusu ve eleştirisi film boyunca devam etmektedir. Filmin ilk yarısı rüya ikinci diğer yarısı ise gerçek olarak değerlendirilmektedir. Yine yönetmenin filmlerinde sıklıkla gördüğümüz ego, alter egosu ve bilinç kavramlarının bu filmde de karşımıza çıkmaktadır. Renklerin kullanımı bu filmde de vardır. Kırmızı rengin yoğun olarak kullanılması tehlike anlamı taşımaktadır. Filmde metaforik öğelerin kullanıldığını görmekteyiz. Mavi anahtar Camilla’nın öldüğünü temsil etmektedir. David Lynch, filmin sonunun seyirci tarafından tamamlanması, postmodern anlatıya bir örnektir. Filmin içinde yer alan bazı rüya sahneleri gerçekçilikle iç içe durumdadır. Film iki boyutlu ve karmaşık bir anlatıma sahiptir. David lynch’in filmlerinde sıklıkla gördüğümüz karakterlerin hem fiziksel hem de ruhsal değişimlerine bu filmde de rastlamış oluruz. Rita karakteri mavi bir kutuyu açar. Sonrasında karakterler değişime uğramaya başlamaktadır. Tavırları, fiziksel yapıları, statüsel değişimler yaşanmaya başlar. Karakterler film boyunca bilinçlerini yitirmiştirler. Film boyunca soyut ve somut kavramların iç içe geçtiğini görmekteyiz. Filmin postmodern yapıyla birlikte belirli bir baş ve sona sahip olduğunu söyleyemeyiz. Parçalı anlatımla birlikte filmin bütünü içinde parçaların yerlerinin değiştiği ve sonrasında belirli bir anlam düzeyine ulaştığını söyleyebiliriz. Filmin sahnelerinde rüya ve film gerçekçiliğinden belirli bir nesnel yargıya varılmaz. Yönetmen seyirciyi özgür bırakmayı amaçlamıştır. 

    SONUÇ:

    Sonuç olarak David Lynch sineması metaforlar ve simgesel üzerine kurulu melankoli ve karanlık öğeler içermektedir. Cinsellik, bilinç, psikolojik ve şizofren konularını kapsayan filmler yapmaktadır. Bu üç filminde karakterler birbirine benzer özellikler taşımaktadır. Mavi ve kırmızı renklerin fazlalıkla kullanılması, iç mekânların karanlık ve kasvetli havasıyla birlikte düşük ışıkta yapılan çekimler; yönetmenin sinematografinde önemli yer tutmaktadır. Bu incelenen üç filmde kadın karakterlerin yoğunluğunu ve saç kesimlerinin, giyim tarzlarının birbirine benzediğini görürüz. Filmlerde birçok tablo resim görmekteyiz. Bu durum David Lynch’in ressam kişiliğinden gelmektedir. Freud’un psikanalitik yaklaşımıyla birlikte kişinin yetişkin birey oluncaya kadar ki geçen zamanlardaki dönemlerini David Lynch filmlerinde kullanmıştır. Oral ve Anal dönem gibi çocuğun ilk büyümedeki dönemleri, filmlerindeki erkek karakterlerin üzerinden anlatılmıştır. Gerçeküstücülük, soyutluk ve film gerekçiliği içe içe işlenir. Gerçeği ve soyut olan sahneleri filmlerinde bazen ayırt etmek zordur. Derinlikli ve katmanlı bir anlatımı vardır. Postmodern anlatıda olduğu gibi filmleri boyunca küçük kodlar ve bilgiler vererek bütüne ulaştırmayı filmin sonunda amaçlanır. Yönetmenin filmlerinin fazlasıyla kişisel olduğu söylenebilir. Kara film türünde olan bu yapıtlar dekor, ışıklandırma ve kamera kullanımıyla ön plana çıkmaktadır.      

    KAYNAKÇA:

    www.cinerituel.com, Blue Velvet (1986): Rahatsız Eden Filmlerin yönetmeni David Lynch’ten.

    www.gazetebilkent.com,  Bir Lynch Klasiği: Blue Velvet.

    www.korkucu.com, Freud ile Psikanalizden Film Teoriye ve Blue Velvet.

    www.salakfilozof.com, Kara Film Örneğinde Postmodern Değerler: Blue Velvet.

    www.ozdenu.blogspot.com, Varoluşçuluk Ve Kayıp Otoban İncelemesi, 2014.

    www.tanertozun.com,  Kayıp Otoban – David Lynch, 2015.

    www.filmhafizasi.com, Psikojenik Bir Hafıza Kaybı: Lost Highway.

     

     

     

  • Günün Film Önerisi / ”Drive My Car”

    Günün Film Önerisi / ”Drive My Car”

    Drive My Car – Yön: Ryūsuke Hamaguch

    Film Hakkında:

    Japon sinemasının istikrarlı yeteneği Ryusuke Hamaguchi’nin son filmi Drive My Car, Haruki Murakami’nin bir hikâyesinden sinemaya uyarlandı. Kaybettiği eşinin yasını tutan başarılı yönetmen Yusuke Kafuku, Çehov’un Vanya Dayı oyununu sahneye koymak üzere Hiroşima’da bir festivale çağırılır. Festival kendisine 20 yaşında bir kadın şoför tahsis eder; Kafuku, hiç beklemediği bir şekilde, gizemli şoförüyle yalnızlık, kayıplar ve yasla bezeli, sırların karşılıklı olarak açıklandığı bir dizi yolculuğa çıkar. Sanatın aslen insan doğasını daha iyi anlamak için bir araç olabileceğini savunan bu zarif film, ustalıkla işlenmiş bir yalnızlık muhakemesi. Dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapan Drive My Car hak edilmiş En İyi Senaryo ödülünün de sahibi.

     
  • Sineklerin Tanrısı Film Analizi

    Sineklerin Tanrısı Film Analizi

    İnsan Ruhu, Karanlık Tarafını Ortaya Çıkarmak İçin Uygun Ortamı Bekler…

    Lord of the Flies (Sineklerin Tanrısı) filmi, Sir William Golding’in 1954 yılında yazdığı aynı adlı romandan uyarlanmıştır.  1990 yılında çekilen filmin  yönetmenliğini Harry Hook yapmıştır. Film, soğuk savaş döneminde yolcu dolu bir uçağın okyanusa düşmesi sonucunda; hayatta kalmayı başaran bir grup çocuk askeri okul öğrencisinin adada verdikleri yaşam mücadelelerini ve kendi aralarındaki iktidar – güç çatışmalarını konu almaktadır.

    Film, bir kaza sekansı ile başlamaktadır. Kazada kurtulan çocuklar dışında; kafasına ağır darbe almış, akli dengesini kaybettiği görülen ve kıyafetinden pilot olduğu anlaşılan bir yetişkin kurtulmuştur.

    Çocuklar, ıssız bir adada tamamen yalnız oldukları görülmektedir. Yaptıkları ilk iş aralarında bir lider seçmektir. Yaşça en büyük olan Ralph ve Jack adanın liderleri olarak seçilmektedir. Ralph; daha korumacı, vicdanlı ve duygusal biriyken Jack ise kavgacı, askeri hiyerarşiyi savunup iktidar gücünün tek hâkimi olmak istemektedir. Öne çıkan bir diğer karakter ise okulunda çok sevilmediği anlaşılan Domuzcuk lakaplı, şişman ve gözlüklü çocuktur. Domuzcuk, güç, iktidar, askeri hiyerarşiyi savunmayan, akılcı düşünebilen, bir çocuk olduğu görülmektedir.

    Çocuklar denizde bir deniz kabuğu bulup bunu şeytan minaresi olarak adlandırmaktadırlar. Şeytan minaresini; düzenin, eşitliğin, adaletin ve elinde tutanın konuşma hakkına sahip olduğu bir simgeye dönüştürüldüğü görülmektedir. 

    Adanın yüksek bir noktasında ateş yakıp iletişim kurmaya çalışmaktadırlar, bu noktada akılcı düşünceyi temsil eden Domuzcuk gözlüğünü bir büyütece çevirir ve ateş yakılır. Çıkan ateşle çevredeki bir ağaç yanarken ağacın da çevresinde bir tahribat oluştuğu görülmektedir. Ateş yakmak hem yardım çağırmak hem de hayatta kalmak için zaruri bir ihtiyaç olduğu görülmektedir. Çocuklar ateşin sönmemesi için ateş nöbeti tutmakta ateş söndüğünde domuzcuğun gözlüğüne ihtiyaç duyulmaktadır. Domuzcuğun gözlüğü, ada yaşamı için önemli bir eşya konumuna gelerek ilkel bir yaşam anlayışında teknolojinin ve insan yeteneğinin doğaya hâkim olabileceğini temsil etmektedir.

    Çocuklar, ilk zamanlar sıradan bir çocuk gibi adada keyif çıkarabilecekleri bir şeyler bulurlar. Ada, yalnızca çocukların olduğu ve hiçbir yetişkin müdahalesi olamadığı bir yer olmasına rağmen insanoğlunun alt benliğindeki; rekabet, güç elde etme, sahip olma, yönetme güdülerinin koşul oluştuğunda her yaştan insanı bir canavara dönüştürebileceği görülmektedir.

    Ralph ve Domuzcuğun öncülük ettiği grup; adadan kurtulmak için çeşitli yollar denemeyi savunurken Jack’in öncülük ettiği grup ise avlanmayı, adaya yerleşmeyi ve koloni kurmayı savunmaktadır. Bu fikir ayrılığı sonucunda; çocukların daha kesin gruplaştığı ve iki farklı yaşam alanı kurdukları görülmektedir. Domuzcuk, film boyunca Ralph ile aynı düşünce etrafında birleşebilirken Jack’in savunduğu düşünce ile karşı karşıya geldiği görülmektedir.

    Avcı Jack’in grubu ellerindeki tek bıçak ve sivri hale getirdikleri mızraklarla adada yaşayan domuzları avlamaya çalışmaktadırlar. Avcılık anlayışını benimseyen Jack, ilk denemesinde domuzu avlayamaz. Daha sonra domuzu yaralayarak domuz ’un kanıyla yüzüne kamuflaj çizer. Bu noktada, Jack’in benliğindeki ‘’İd’’ yani alt benlik ortaya çıkmaktadır. Bundan sonra yapacağı her türlü eylemi yüzüne çizdiği kamuflaj maske arkasından yaptığı görülmektedir. Kamuflajlı Jack İd’in kontrolü altına girdiği tespit edilmektedir. Jack’in grubuna dahil olan bütün çocukların bu kamuflajı yaptığı görülmektedir. Bu durumun onlar için de geçerli olduğu görülmektedir.

    Yaralı olarak ortadan kaybolan Pilot, mağaraya girmiştir. Çocuklar, mağaranın içini göremediklerinden dolayı karanlıktan gelen seslerin bir canavardan geldiğine inanmaktadırlar. Jack, avladığı bir domuzun kafasını kesip mağara önüne koyup somutlaştırdığı canavara ikram ettiği görülmektedir. Canavarın somutlaştırılması, çocukların alt benliklerindeki canavarın ortaya çıkışını temsil etmektedir.

    Jack, kendi kolonisini kurarak yüksek bir noktayı kale olarak seçmiştir. Yanındaki çocukları da kendi koyduğu birtakım kurallarla yönetmektedir. Jack’in grubu, Ralph’ın gurubunu çeşitli gece baskınlarıyla taciz eder ve adanın ortak malı olarak görülen bıçağa el koyduğu görülmektedir. Jack, gücünü kullanarak daha sonra Domuzcuğun gözlüğüne de el koyduğu görülmektedir. Jack’in grubu, kıyafetleri, ellerindeki mızraklar ve çeşitli domuz dansı ritüelleriyle vahşi bir kabileyi temsil ettikleri görülmektedir.

    Jack, canavarı öldüreceğini söyleyerek adada gücünü iyice arttırmış ve Ralph’ın grubundaki birçok kişiyi kolonisine katmıştır. Ralph, iyi niyetini, barışçıl anlayışını sürdürmektedir. İyi niyet ve barışı temsil eden bir diğer karakter olan Simon ise canavarın aslında Pilot olduğunu öğrenir. Bunu diğer çocuklara söylemek için koşmaktadır. O sıralar ateş etrafında bir ayin yapıyormuş gibi davranan Jack’in grubu tarafından, canavar zannedilerek gece karanlığında öldürülür. Jack’in temsil ettiği saf kötülüğün nesnel kötülüğe, cinayete dönüştüğü görülmektedir. Ralph ve Domuzcuk artık iyice yalnız kalmıştır. Adadan kurtulmak için çeşitli düşünceleri ve umutları halen devam etmektedir. Domuzcuk da Jack’in ekibi tarafından öldürülür. Filmde, ölen iki karakter de kötülük karşısında iyiliği temsil ettiği görülmektedir. İyiliğin son temsilcisi Ralph ise öldürülme korkusuyla Jack’in grubundan kaçmaktadır. Jack’in grubu, Ralph’ı yakalamak için bütün adayı ateşe vermiş ve yok etmiştir. Ralph, Jack’in grubundan kaçarken adaya çıkarma yapmış bir grup askeri karşısında bulur. Komutan, gördüğü manzara karşısında tek cümle eder. ‘’ Ne yapıyorsunuz siz?’’ Jack’in grubu modern silahlarla donanmış askerleri karşılarında görünce şok oldukları görülmektedir. İlkel savaş aletleri ile modern savaş aletlerinin bir kontrast oluşturduğu görülmektedir. Jack’in sahip olduğu askeri güç orada son bulmuştur.

    Sonuçla; Jack’in temsil ettiği insanoğlu yapısı, kişisel hırslar, güç elde etme, yönetme, sahip olma güdüsüyle hem insanlığı yok etmekte hem de doğayı yok etmektedir. Alt benliğini kontrol edemeyen insanlarının uygun koşullarda bir canavara dönüşebileceği tespit edilmiştir.  Bir adada çocuklar üzerinden tasvir edilen bu distopya, aslında içinde yaşadığımız gerçek dünyanın bir temsilidir. Yaşadığımız dünyanda da kötülüğün göreceli olarak kazandığı temsil edilmektedir. Hayatta kalan tek iyi karakter Ralph ise kötülük karşısında iyiliğin sürdürebileceğini ve umudu temsil etmektedir.